
Resimde de görüldüğü gibi, Taut’un mezar taşı da sıradışıdır. Bir lahit kapağı şeklinde ve yere paralel olarak tasarlanan, 4 Mayıs 1880 – 24 Aralık 1938 tarihlerinin okunabildiği taşın üzerinde adının hemen altında yer alan Japon mühründeki ayak şekli, faşizm dönemindeki birçok yurtsuz Alman’ın trajedisini ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurucularının Çanakkale’den beri taşıdığı evrensel insanlık ve barış düşüncesini anımsatıyor bakana.

Bruno Julius Florian Taut (4 Mayıs 1880, Könisberg – 24 Aralık 1938, İstanbul), Yahudi asıllı Alman mimar ve şehir plancısı. Türkiye’de Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin (1937-39), Ankara Atatürk Lisesi ‘nin (1937-40), Atatürk’ün katafalkının (1938), Trabzon Fen Lisesi ‘nin (1938) ve Cebeci Ortaokulu’nun (1938-39) planlarını çizen mimardır.

Nazi yönetiminden kaçarak 1936 yılında Türkiye’ye gelmiş. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) yöneticilik ve Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’nda mimarlık bölümü başkanlığı görevlerinde bulunmuş.Türkiye’deki yaşamı sırasında ardında birçok eser bırakmış. Vefat etmeden hemen öncede Atatürkün naaş’ının konulduğu katafalkın çizimini 36 saatte bitirmiş ve zamanında verilen 1000 lirayı Türk devletinden istememiş. Bunun yerine yaptığı katafalk çiziminin karşılığında tek bir teşekkür mektubu istemiş. 24 Aralık 1938 tarihinde İstanbul’da vefat ederek İstanbul Edirnekapı Şehitliği’ne gömülmüş.
Tüccar Julius Taut’un ikinci oğlu olarak Doğu Prusya ‘da Krönisberg ‘de büyüyen Bruno, 1897 yılına kadar lisede ve hemen sonra üç yıl süren Königsberg İnşaat Meslek Okulunda öğrenimini başarıyla tamamlar. 1902 yılında Hamburg ve Wiesbaden şehirlerinde değişik mimarların yanında çalışır ve bir yıl sonra ünlü bir Berlinli mimar Bruno Möhring’in yanında büroda genç biçem (art nouveau) olanağı elde eder ve yeni inşaat yöntemini oluşturan çelik ve taş ile temas kurar.

Taut rengi çevresel, enerji tasarrufu yapan, estetik ve mekânsal bir etki olarak kullandı. Tasarım ve yaklaşımı, mimarinin sadece işlevsel rolden fazlasını içerdiği, yaşam kalitesini değiştirip zenginleştirebileceği inancına dayanıyordu. Taut’un Berlin apartmanlarında rengi yeniden keşfeden Winfred Brenne’nin sözlerini aktarırsak: “Taut rengi daima mimariyi zenginleştirmek ve ona fazladan bir boyut katmak için kullandı. Rengin plastik etkiyi geliştirdiğini, kentsel mekâna, çevresel manzaraya yerleşmesine yardım eden özgül bir nitelik kazandırdığını biliyordu. insancıl ve sanatsal bir boyutun zenginleştirdiği uyumlu bir bina üretebilecek bir form yaratmaktan dolayı, mimaride işlev kavramını genişletmek üzere her şeyde rengi kullanmaya çabaladı.

1921 – 1924 yılları arasında Magdeburg ‘da şehir yapı kurulunda, 1924 – 1932 yılları arasında Berlin GEHAG firmasında mimarlık yapar. 1930 yılında Berlin-Charlottenburg Teknik Yüksekokulu ve Meskencilik Profesörlüğüne çağrılır, böylece Sanat Akademisi üyesi olur ve Bruno Taut Japon Uluslararası Mimarlar Birliği’nin şeref üyeliğini kabul eder. 1933 yılında Japonya’ya göç eder.
Diğerleri gibi zamanın ünlü Alman firmalarının (Krups, Siemens, Märklin gibi) Almanya ‘nın başına getirdiği Adolf Hitler ‘in Nasyonal sosyalist (Nazi) rejiminden kaçan Bruno Taut, 1936’da mimar kentbilimci Martin Wagner ‘in önerisi, M.E.B. Yüksek Öğretim Genel Müdürü Cevad Dursunoğlu’nun desteği ile Japonya ‘dan Türkiye ‘ye geldi.Aynı yıl İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde yöneticilik, Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’nda mimarlık bölümü başkanlığı görevine getirildi. Atatürk’ün naaşının konulduğu katafalkın çizimini hasta olmasına rağmen 36 saatte bitirmiştir ve zamanında verilen 1000 lirayı Türk devletinden istememiş, karşılığında tek bir teşekkür mektubu ve Türkiye’de gömülmeyi dilemiştir.
Atatürk ‘ün ölümünden 1,5 ay sonra vefat eden Taut’un Türkiye’de yaşama süresi sadece iki yıl olmasına karşın üstlendiği işler çok fazladır. Bunlardan biri yapıları ile mimarlık pratiğine; İkincisi 1938 yılında Türkçe olarak basılan ‘Mimari Bilgisi’ kitabı ile mimarlığın kuramsal alanına, üçüncüsü de mimarlık eğitiminedir.Türk kültürü ve Mimar Sinan’a muhabbet besleyen Taut, Türkiye’de yaptığı yapılarında Türk motifleri kullanmaya gayret gösterdi.Yıllardır astım hastası olan Taut, 24 Aralık 1938 tarihinde İstanbul’da ölmüştür. Bruno Taut, şimdiye kadar Edirnekapı Şiehitliği ‘ne kabul edilip gömülen tek gayrimüslimdir.
Taut’un bir çok önemli yayını vardır. Bizi ilgilendiren, Devlet Güzel Sanatlar Akademisince yayınlanan “Mimarlık Bilgisi” yapıtı 1938 de yayınlanır. Bu, Türkiye’de mimarlık üzerine yayınlanmış ilk deneme betiğidir. Benim de okuduğum ilk mimarlık yapıtıdır. Bu güne bile önemli iletileri vardır.

Kısacası yazdıklarıyla, yaptıklarıyla bir sosyalisttir.
Bruno Taut, “Mimarlık Bilgisi” yapıtının daha başında, “kostüm” giydirilen yapılardan, onlara bunları biçem (üslup) adına giydiren mimarlardan söz ediyordu. Bu günden mi söz ediyor diye düşünebilirsiniz. Hayır, daha 1938’de yazıyor bunları… Oysa bugün yapıları “maskeli balo” ya gidecekmiş gibi giydiriyorlar. Boya ile mimarlık yaptıklarını sanıyorlar.
“Mimarlık Bilgisi” mimarlık eğitimimin başında okuduğum ilk mimarlık betiğiydi.
Soruyordu Taut, mimarlıkta giysi ile biçeme (Üslup’a) ulaşılabilir miydi?
O mimarlığın, teknik- konstrüksiyon- işlev (fonksiyon) üçlüsüne dayandığını söyleyip, bütün bunları becerseniz bile sonucun mimarlık olmayabileceğini savunuyordu. Bunları mühendis de becerebilirdi. Eğer mimarlık bir sanat ise, böyle yavan kavramlara dayandırılması olanaklı olmamalıydı.
Şöyle yazıyordu:
“Mimarinin tekniğe, konstrüksiyona, veya fonksiyona bağlı bulunacak kadar bu üçbirliğe dayandığı hiçde kabul edilemez.”
Ekliyordu sonra,
“Gerçi normal surette bunların yardımile bir ev meydana gelirse de yalnız bu üç unsura istinad eden bir evin mutlaka bir mimari eseri olması icab etmez.”
Epey ilerdeki sayfalarda bu konuyu sürdürüyor:
“Teknik, konstrüksiyon ve fonksiyonu bir binada birbirile en güzel surette imtizaç (uyuşturmak) ettirmek mümkün bir şeydir ve bu hiç şüphe götürmez. Bu imtizaç ve ahenk güzel ise, artık hem teknik, hem konstrüksiyon ve de hem fonksiyon unutulur; artık mimari vardır, artık sanat vardır ve bu diğer iptidai şeylerden üstündür. O kadar üstündür ki onlara hükmetmesi ve onları sevk ve idare etmesi hakikaten mümkündür.”
Bruno Taut, gene “Mimarlık Bilgisi” yapıtında diyordu ki,
“…….insanlarda göz, kulak, burun ve saire dediğimiz duygu uzuvlarından başka hususi bir uzuv daha vardır ve bu uzuv kütlelerin ve nisbetlerin intizamına karşı uyanıktır, hem aktif yani harekete gelip izleyici, yaratıcı olarak uyanıktır. İşte buudlar, ölçüler ve taksimat karşısında duygulu bulunmamıza yarayan bu hususi uzuv sayesindedir ki bir yerin, bir odanın, bir salonun zeminini, duvarlarını ve tavanını hep birden ve birlik halinde kavrayabiliyoruz. Bu kavradığımız şeye Alman nazariyecileri mücerret (soyut) bir mefhum (kavram) olarak “Raum” yani “mahal” yahut “hacim” ismini vermişlerdir. Fakat bu kelime mücerret bir mahal yani boşlukta nazari bir hacim mefhumunu kasdeder, bir tecerrüt (soyutlama) tazammum (içermek) eder. Bu sebeple daima riyazicilerin düşünüşüne uyan bir tarifdir. Sanatçılara asla uygun gelemez. Sanatkarı alakadar eden mücerred şeyler olmayıp müşahhas (somut) olan, yani duygularımızla anlamaklığımız kabil bulunan şekildir. “Raum” yani mefhum hacim, sanatkar için mahiyetsiz bir hiçliktir. Biz sanatkarları alakadar eden şey bir odanın veya salonun mücerret bir hacim oluşu değildir. Biz, o oda veya salon ile ancak, onun içine bürünmüş olduğu şeylerin, duvarlarının, tavanının ve zemininin, birbirleriyle iyi bir tenasüb halinde bulunduğunu gördüğümüz zaman alakadar oluruz.”
Bana göre Taut, Raum’u anlatırken, mimarlığın en önemli özelliğinin, dışarıdan algıladığımız iki boyutlu yüzeyler, “cephe” ler değil, bizi içine alan üç boyutlu oylum olduğunu söylüyor.
Kendi yarattığı işlerin en önemli özellikleri de budur. Buna sizi daha yapının dışından hazırlar. Dil Tarih Coğrafya Fakültesine dışarıdan yaklaşırken, yapının cephesindeki çizgilerin yerdeki kaplamanın çizgilerinde de sürdüğünü algılarsınız. Düşeyde, hem de yatayda süren bu çizgiler sizi bir oylumun içine alırlar.
Bu kimilerine ters gelebilir. Oysa benim için ilk yıllardan beri uyarıcı oldu. Mimarlık elbette iki boyutla anlatılamaz bir olguydu.
Mimarlığın üç boyutlu yaratış olduğunu hiç unutmadım.
Bu gün, özellikle bilgisunar (internet) iki boyutlu gösterimle, mimara yarattığını göstermekte yetersiz kalıyor. Onun için bir çokları gibi ben de maketle çalışmayı yeğledim hep. Gider defterlerinden anladığımız gibi, Mimar Sinan da maketle çalışmış.
Bruno Taut’un inanışına göre mimarı mimar yapan ilk şey oran (proporsiyon) dır. “Teknik, konstrüksiyon, fonksiyon ise ancak proporsiyon sayesinde mimarinin birer sanat vasıtası haline geliyorlar.”
“Pro-portio latincedir. Gerçek anlamı da ‘bir şey için taksim’ dir.”
“Ne için?” diye soruyor Bruno Taut.
Sonra da yanıtlıyor:
“En iyi tasiri yapmak için.”
Bu söz İngilizce’de, Almanca’da, Fransızca’da da ayni zamanda ‘ölçülülük’ anlamında kullanılırmış.
“Mimaride ise bittabi güzel bir taksimat, ölçülerin imtizacı ve ahengi, yani ölçülülük manalarında kullanmak lazımdır.”
diyor Bruno Taut.
Aslında gene onun söylediği gibi, felsefe yapıp tüm yaşamda kullanılmasını bir yana bırakarak biz, mimarlığın somut ölçülerinde anlamalıyız bu sözcüğü.
Onun bir sözünü daha aktarmak istiyorum. Şöyle diyor:
“Bir proje ve inşaattaki her şey pratik ve teknik bakımdan gayet mükemmel olabilir. Harici görüş itibarile de pek iyi bulunabilir. Yani pek tenkidkar olmayanlar için kafidir. Fakat mimariyi bir proporsiyon sanatı olarak görenler için, onu insandaki pek hassas bir duyguyu tatmin etmekle mükellef telakki edenler, onu pek yüksek bir san’at, musiki, şiir ve bütün diğer san’atlar kadar yüksek bir san’at sayanlar için kafi değildir. Salim ve iyi bir eseri böyle bir san’at haline yükseltmek için ona bir şey daha ilave etmek icab eder.Bu şey tarifi güç bir şey olup ancak hissin tekasüf ve temerküz ettirilebilmesiyle meydana getirilebilir.”
Sonra gene ekliyor Bruno Taut:
“……mimardan binanın alelade sadeliğinden çok daha fazla şeyler beklenir. Yeni yapılacak binanın sade kullanılmaya yarar olmasını değil ayni zamanda daha iyi, daha güzel bir hayata imkan vermesini, isterler.”
Mimarın, feldefe yapmağa kalkışmadan, kendi alanı üzerinde düşünmesine Bruno Taut’dan bir –iki örnek vermek istedim. Belki, kimileri, anamalcılığın aldatmalarından kendilerini kurtarabilirler. Kendilerini, işlerini pazarlamayı bırakabilirler. Kendilerine, işlerine saygıyı yeniden kazanabilirler.
Bruno Taut yalnız yazdıklarıyla değil, yaptıklarıyla da diyor ki,
“Okuyun, görün, tartışın…Başkalarından önce kendinizle…”
Son olarak kimilerinin mimarlıktan bile saymayacağı, onurlu bir işinden söz etmek istiyorum: Mustafa Kemal Atatürk’ün katafalkından…
Önünden saygı geçişi yapılması için, Büyük Millet Meclisinin önünde bir tak kurulması istenir. Bunu tasarlaması için Bruno Taut’a baş vurulur. “Bu benim için onurdur.” diyerek kabul eder.
Yalın, alçak gönüllü, Mustafa Kemal’e yakışan, ülkenin koşulları içinde bir çözümdür katafalk. Yalnız mimarların değil, Mustafa Kemal’in yanında “hiç” sayılacak kişilerin de ders almaları gereken bir yapıt…
Mimari eserleri
Almanya’da
- Falkenberg Bahçeşehri, Berlin, 1913
- Senftenberg Lisesi, 1930
- Senftenberg Meslekokulu, 1931
Japonya’da
- Osaka’da Ikomaberges tasarıları, 1934
- Atami’de Hyuga Evi’nin iç mimarisi, 1935/36
- Maeoka’da bir evin tasarıları, 1935/36
- Tokyo’da Okura-Villasının cephesini ve mobilyasını, 1935/36
Türkiye’de
- Ankara Dil Tarih Coğrafya Fkültesi1937
- Trabzon Mekteb-i İdadi 1938
Tasarıları
- Ankara Teknik Yüksekokulu, 1937
- Kimya Enstitüsü, 1937
- Ankara’da Hükümet semti, 1937
- Ankara’da bir tiyatro binası, 1937
- Ankara’da bir yemekhane, 1937
- Ankara’da parlamento binası, 1937
- Trabzon ‘da Yüksek erkek yatılı okulu (gerçekleştiren Franz Hillinger), 1937
- Ankara’da Atatürk Lisesi (Asım Kömürcüoğlu ile beraber, gerçekleştiren Franz Hillinger), 1937
- Ankara’da Kurtuluş Ortaokulu (Asım Kömürcüoğlu ile beraber), 1938
- Ortaköy’de Prof. Nissen’nin oturduğu evi, 1938
- İstanbul’da 15. Cumhuriyet Bayramı kutlama süslemeleri (Schütte eşi ile birlikte), 1938
- İzmir Kültür Bakanlığı Sergi Salonu, 1938
- Cebeci Ortaokulu (gerçekleştiren Franz Hillinger), 1938
- İzmir’de Kız-Enstitüsü (yalnız ilk yapı bölümü gerçekleşti), 1938
- Ortaköy’de kendi evini, 1938
- Bir sinagog (havra), 1938
- Ankara’da1938 de Atatürk için Katafalk