Fransa’da bir Yahudi düşmanı cinayet zanlısı yargılanmaktan nasıl kurtuldu?

Bu ikinci bir Dreyfus olayı. Bu bir inkardır. Bu bir utanç. Yargılanmadı, katil özgürlüğe doğru yola çıktı.


Sarah Halimi için adalet isteyen Fransızlar mahkeme kararını protesto etti

Yahudi düşmanı (anti-semit) bir cinayet zanlısı, zihni düzenli esrar tüketiminden etkilendiği için akli dengesini yitirmiş bir kişi olarak sınıflandırılabilir mi? Fransa’da Sarah Halimi’yi öldüren adamı yargılamama kararının ardından başlayan hararetli hukuki tartışmanın ardında işte bu soru yatıyor.

65 yaşındaki Yahudi, eski anaokulu öğretmeni Sarah Halimi, Nisan 2017’de Paris’in kuzey doğusundaki evinde önce darp edilmiş, ardından da pencereden atılarak öldürülmüştü.

20-30 dakika süren bu saldırının zanlısı, Müslüman ve Malili komşusu Kobili Traoré’ydi.

Traoré saldırı sırasında Allahu Ekber diye bağırmış ve Kuran’dan ayetler okumuştu.

Yahudi Telgraf Ajansı’nın Cuma günü bildirdiğine göre, Fransız hükümetinin Sarah Halimi cinayetiyle ilgili Ocak ayı başlarında yayınladığı bir rapor, Yahudi cemaatine güven vermek yerine daha fazla soru ortaya çıkarıyor. 65 yaşındaki emekli doktor ve öğretmen Sarah Halimi, 2017’de vahşi bir saldırıda öldürüldü. Malili göçmenlerin oğlu olan komşusu Kobili Traoré, Paris’teki dairesine baskın yaptı ve “Allahu ekber” diye bağırarak onu dövdü. Şeytan’ı öldürdüm” ve Kuran ayetleri okudu. Ardından Sarah Halimi’nin cesedini üçüncü kattaki balkonundan aşağıdaki sokağa attı. Fransız yetkililerin saldırıyı Yahudi aleyhtarı olarak tanıması üç ay sürdü. Bir mahkeme Traore’nin anti-Semitik motivasyonları olduğuna karar verdi, ancak aynı zamanda marihuana kullandığı için eylemlerinden sorumlu olmadığına da karar verdi. Halimi’nin ölümü nedeniyle yargılanmayan Traore, şu anda bir akıl hastanesinde tutuluyor.

  Fransız Yahudi milletvekili Meyer Habib başkanlığındaki bir meclis komitesi, Eylül ayında trajediyi araştırmaya başladı. Komite polis, psikiyatristler ve yargı tarafından verilen kararlara odaklandı. JTA tarafından açıklanan rapor, hayal kırıklığı yaratan bir tablo çiziyor. Sarah Halimi’nin çığlıklarını duyan komşular polisi aradı ve hatta bir komşu, Halimi ölmeden önce memurlara dairenin anahtarını verdi. Traore saldırısını sürdürürken polis kelimenin tam anlamıyla kapının dışında olmasına rağmen, rapor polisin prosedürleri izlediği ve ölümünü engelleyemediği sonucuna vardı. Raporun bulguları, polisin davayı ele almasının “başarısızlığı temsil etmediğini” belirtiyor. Hükümet raporu, JTA’nın ilgili tıp uzmanları için “zorlu koşullar” olarak tanımladığı duruma rağmen, psikiyatrik değerlendirmenin “iyi kalitede” olduğu sonucuna vardı. Adalete gelince, rapora göre, “yargı, kanunla belirlenen usulü tam olarak uygulamıştır”.  JTA’nın bildirdiğine göre, Meyer Habib ve meclis komitesinin Yahudi olmayan iki üyesi, sağduyuya karşı geldiklerini söyleyerek bulgulara itiraz ettiler. Komite raporu 7-5 oyla onayladı.

Raporun yayınlanmasından bu yana yapılan röportajlarda Meyer Habib, bulguları Fransız Yahudi askeri subayı Alfred Dreyfus’un 1894’te düzmece ihanet suçlamalarından mahkum edildiği Dreyfus Olayı ile karşılaştırdı:

Bu trajik bir vaka. Bu ikinci bir Dreyfus olayı. Bu bir inkardır. Bu bir utanç. Yargılama yapılmadı, katil özgürlük yolunda, dedi Radyo J.’ye. Milletvekillerinin gerçeği söylemeyi reddettiğini, koşulları görmek, orada bulunan 10 polisin olup olmadığını görmek için bizimle olay yerine gelmeyi reddettiğini söyledi. Öldürüldüğü sırada kadından 14 dakikadır gelen tek bir çığlık duymadıklarını söylerken yalan söylemeleri tüm binadakileri hayrete düşürdü. Ve evet, yalan söylediler. Aralık ayında, Fransız Senatosu uyuşturucu kullanımına ilişkin geçici delilik savunmalarını geçersiz kılan bir yasa çıkardı. Mevzuat, “Halimi meselesine” bir yanıt olarak görülüyor.   

Haberi LE MONDE JUIF den tercüme eden Daniel Benbaneste teşekkürlerimizle…                                       

Dreyfus Olayı; 1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus‘un haksız yere casuslukla itham edilerek Fransa‘da yargılandığı dava ve ardından gelişen olaylardır.

Fransa’da önemli hukuki tartışmalara neden olan Dreyfus olayı Paris’teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başladı. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa’ya ait bilgilerin verilmesi vadedilmektedir. Fransız Genelkurmayının başlattığı soruşturmada şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanır. Çünkü Yüzbaşı Dreyfus’un el yazısı, mektuptaki yazıya benzemektedir. Yüzbaşı Dreyfus zengin bir ailenin çocuğuydu. Fransa’daki Yahudi düşmanlığına rağmen askerî okulda gösterdiği üstün başarı Dreyfus’un bu göreve tayinini sağlamıştı.

Dreyfus, 15 Ekim 1894’te tutuklandı. Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunamamasına rağmen Dreyfus suçlu görülerek mahkûm edildi ve cezasını çekmek üzere Şeytan Adası’na gönderildi. 1896’da ortaya çıkan bir olay Dreyfus davasını yeniden gündeme getirdi. Alman Elçiliğinde çalışan hizmetli kadın, bir Alman subayından Easterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi. Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus’un mahkûmiyetine sebep olan elyazısının Easterhazy’ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.

Dreyfus’un karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kaldı. İki gün süren dava Easterhazy’nin oy birliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararının ertesi günü Émile Zola‘nın L’ Aurore gazetesinde “Suçluyorum.” (bkz. J’Accuse…!) başlığıyla yayımlanan Cumhurbaşkanına açık mektubu Fransa’da büyük yankı uyandırdı. Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar Millet Meclisine Zola’nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola’nın mahkûmiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişlerdi. Bu nedenle dava Dreyfus’u savunanlar açısından başarı olmuştur.

1898 Haziranında yapılan hükûmet değişikliğinden sonra Savaş Bakanlığına getirilen General Cavaignac, Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okudu. Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti. Bu olayla Dreyfus davası yeni bir boyut kazandı.

Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa’ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti. Yedi yıl sonra 1904 yılında yargıtay genel kurulu Savaş Bakanı General Andre’nin isteği üzerine bu büyük davayı yeniden ele aldı. 1906’da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca Légion d’honneur nişanı verildi. Dreyfus, Birinci Dünya savaşı’nda orduya hizmet etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris‘te öldü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir