EGEMEN CANTÜRK / Tuna Edebiyat Dergisi ‘ nden Alıntı
Çocukluk hayallerimiz masumdur. Çiğnenmemiş kar örtüsünü andırır. Duru sular gibidir… Nereye gitseniz, bu hayaller sizi sürekli peşinden sürükler. Gölgeniz gibi sizi takip eder.
O hayallere daldığınızda çocukluk yıllarının kirlenmemiş anılarında bulursunuz kendinizi. Çocukların oyun dünyası aslında onların hayallerinin ipuçlarını da verir.
Bir gün beyaz atlı prens olursunuz, diğer gün yoksullara, güçsüzlere yardım eden, ezilmişlere adalet dağıtan yüce ruhlu bir şövalye…
Benim belleğime kazınan çocukluk hayallerim, dedemin eve getirdiği National Geographic dergileriyle başladı. Daha okula gitmiyorum. Sanırım altı yaşındaydım.
Dedem, o dönemde NATO üssünde ABD askerleriyle birlikte çalışan havacı bir subaydı. Dedemin evine her gidişimde, onunla kucaklaştıktan sonraki ilk işim sözünü ettiğim dergileri elime alıp büyülü bir dünyada kaybolmak olurdu.
1970’li yıllardı. Ne internet var ne de sosyal medya. Bilgiyi de sevgiyi de o kadar hızlı tüketmediğimiz yıllar yani. Yaşam daha dingin akıyordu. Elimizdekilerin değerini biliyor, daha bir sindirerek yaşıyorduk her şeyi…
Usul usul sayfalarını çevirdiğim bu İngilizce dergideki fotoğraflar o kadar ilgimi çekiyordu ki, her baktığımda o fotoğraflara tutunup gizemli coğrafyalara yolculuk ediyordum.
Yüzlerce fotoğrafı tekrar tekrar izliyor, yeni diyarlar, yeni yüzler keşfediyordum…
Ve dedemin yabancı subay arkadaşlarından toplayıp getirdiği bu dergileri üst üste dizdiğimde artık neredeyse boyumu aşmaya başlıyor…
Bir gün gene dedemlerdeyim; dedemin elinde yeni bir National Geographic dergisi. Dedem masanın üstüne koyuyor bu dergiyi. Belli ki okumamış daha. Ben de büyük bir heyecanla alıp dedemden önce sayfalarını çeviriyorum merakla.
Birden hiç silinmeyecek denli belleğimde yer eden o fotoğrafı görüyorum: Elektrico 28! Yani Lizbon’daki 28 numaralı Tramvay hattı… Sarı renkli, içi ahşap döşemeli ve tarihin içine yolculuk eden bu demir oyuncak zaman makinesini andırıyor hayalimde. Ayrı bir dünyaya yapılan yolculuk gibi bir şey bu benim için. Tarihi şehri boydan boya kesen demirden sarı bir kutu. Öyle hayretle ve sevgiyle bakıyorum ki sanki içindeyim Elektro 28’in. En çok ilgimi çeken, rengarenk insanlar, muhteşem tarihi binaların yanı başına yapılan o eşsiz yolculuk. Ulaşılmaz, uzak bir gezegendeymiş gibi geliyor gördüklerim bana.
Dünyayı keşfetmeye başlamışım artık; hem de o yaşta!
İlk kez o dergide gördüm tramvayı. Hayalimde ”Electrico 28” var artık. Oysa 1970’lerin Ankara’sında Tramvay yok. Sadece troleybüs, otobüs ve klasik Amerikan tarzı damalı dolmuşları biliyorum.
Her yatağa girişimde, uykuya dalana dek, ”Electrico 28” ile doyumsuz keyifli yolculuklar yapıyorum. Artık hep onunla geziyor, ahşap döşemelerinin içinde kayboluyor ve dünyanın farklı coğrafyalarında boy gösteriyorum. Evet bir gün yollara düşüp o ülkeyi, o gizemli kenti bulacağım ve hemen Electrico’ya gideceğim. “İşte Ben geldim!” diyeceğim.
Evet bir gün mutlaka gelecek o gün!
Yıllar geçti… Ama o çocukluk hevesim hiç geçmedi. Geçmek bir yana, büyüdükçe büyüdü içimde…
Ilık bir kış günü Berlin’in geniş bulvarlarını adımlarken aklıma yine o çocukluk hayalim gelmez mi! Yolumu değiştirip doğru bir seyahat acentesine girdim. On dakika sonra da Lizbon’a gidiş dönüş uçak biletiyle döndüm evime…
Valizimi heyecanla hazırladım, doğru Tegel Havalimanı’na…
Berlin’in puslu, gri havasından sonra o büyülü kentin, Lizbon’un Comercio meydanı beni gökyüzünün engin maviliğiyle karşılıyor. Bahara göz kırpan yumuşak bir kış günü artık tarihi şehrin kalbi Praça de Comercio’da içim kıpır kıpır…
Nasıl kıpır kıpır olmasın, Lizbon’a gelmiş, altı yaşımdan beri beni terk etmeyen bir hayalimi gerçekleştirmişim…
Yıllardan beri hayalini kurduğum Electrico 28’e ulaşmama az kaldı. Evet sadece iki dakika uzaklıktayım. Rua da Conceição durağındayım artık. Ve Japon, Çinli, Amerikalı ve Alman turistlerle birlikte tramvay durağında beklemeye koyuldum. Evet biraz sonra 40 yıldan beri hayalini kurduğum nazlı sevgilime kavuşacağım…
Ve raylarda çıkardığı ritmik melodiyle süzüle süzüle geliyor Electrico’m!
Turistler tek sıra halinde biniyorlar Electricom’a! Herkesten kıskanıyorum çocukluk aşkımı. Ve pencere kenarında gördüğüm boş bir koltuğa kuruluyorum. Keyfime diyecek yok! Özlemim bitmiş artık. Dedemi, getirdiği dergileri ve altı yaşımın coşkusunu anımsayarak kayboluyorum eski kentin tarihi dokusu içinde. Electrico’mun ahşap tavanından, pencerelerine, vatmanın sürücü kabinine kadar, her ayrıntıyı hafızama kaydediyorum. Sadece ben ve Electrico 28 var Lizbon’da sanki!
Belas Artes, Luis de Comöes meydanından tarihi Basikila’ya geliyoruz ve son durak Campo Qurige. Herkes iniyor, bir tek ben kalıyorum. İnmiyorum. Daha sonra Electrico 28 ile fotoğrafımı çekecek olan Vatman’a 40 yıllık hasretimi anlatıyorum. Ne de olsa o da benim gibi Güneyli, halden anlıyor. Gülümsüyor. Eliyle otur işareti yapıyor. Evet, işte bu kadar kolay anlaşmak. Electrico 28’in deri koltuklarına adeta yayılıyorum. Kış güneşi, 25 Nisan Köprüsü’nün* yanı başında usulca batıyor.
Karanlıkta daha bir güzel Lizbon sokakları. Electrico 28’e ihanet etmiyorum, son seferine kadar yanındayım. Sokak lambalarının aydınlattığı dar sokaklar beni farklı bir yaşama sürüklüyor. Katedraller, saraylar ve eski sokaklardan yükselen Fado’nun o hüzünlü ezgilerinin karıştığı Lizbon gecesinde kaybolup gidiyorum…
İşte zamanın durduğu an! Mutluluk bu işte!
Altı yaşımın coşkusu yayılıyor Lizbon’a…
Lizbon’a yolunuz düşerse Electrico 28’e binin. Onu yalnız bırakmayın.
Bir kere daha ziyaretine geleceğimi, onu çok özlediğimi ona fısıldayın…
* Ponte 25 de Abril: 25 Nisan’da Portekiz’deki Karanfil devrime ithafen bu ad verilmiş köprüye.